Trenden
Etiketler: video
Baska turlu bir sey benim istedigim, Ne agaca benzer, ne buluta benzer; Burasi gibi degil gidecegim memleket, Denizi ayri deniz, havasi ayri hava; Nerde gorduklerim, nerde o bekledigim kiz| Rengi baska,tadi baska. CAN YUCEL
Zihin dünyamız değişiyor, toplumlar değişiyor. Bunun yansımasını da kullandığımız sözcüklerde daha doğrusu sözlüklerde görüyoruz. Bunları çok hızlı değişimler kabul edebiliriz ama arkasında zahmetli ve uzun bir mücadele olduğunu unutmamak kaydıyla. Son üç gün içerisinde gelişen örneklerle ne demek istediğimi daha kolay anlatabilirim. İlk olarak Birgün gazetesi yazarlarından Necdet Saraç’ın « İstenirse değiştirilir » başlıklı köse yazısında Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde Alevilere karşı kullanılan 'mumsöndü' sözcüğünün anlamı bir kaç haftada hem de iki kez değiştirildiğini yazdı. Saraç yazısının devamında söyle diyordu: Türkçe Sözlük'ün 1998 yılındaki baskısında 'Mumsöndü'nün karşılığına şu yazılmıştı: 'Alevi geleneğinde var olduğu ileri sürülen bir tür tören.'Bu açıklama 2005 yılında yayımlanan Türkçe Sözlük'te 'Cem ayinlerinde, aydınlatmak için kullanılan mumun, tören bitiminde söndürülmesinin yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkmış inanış' olarak değiştirilmişti. DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın Devlet Bakanı Mehmet Aydın’a yazması üzerine kelime su şekilde tekrar değiştirildi: Mumsöndü; Cem ayinlerindeki çerağ dinlendirmenin maksatlı olarak yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkarılan bir safsata. Bu hızlı değişimin hemen akla gelen iki nedeni var. Birincisi hükümetin Alevilere yönelik açılımı. İkincisi Almanya’da ARD kanalında yayınlanan bir dizide ‘mumsöndü” imasından sonra Almanya’da ve Türkiye’de yasayan Alevilerin buna yoğun tepki göstermeleri. Haber Mynet’te de yer almış, tarafların görüşlerine yer verilmiş. "Mumsöndü" yeniden tanımlandı”
Etiketler: deneme
Etiketler: etkinlik
kucuk balik yoksa buyuk balik da yok! from basak gurbuz on Vimeo.
Greenpeace'den
Denizlerimizdeki balıklar hızla tükeniyor. Akdeniz’deki stoklarımız neredeyse bitmek üzere. Greenpeace yavru balık avcılığının ve satışının durdurulması için acil çağrıda bulunuyor.Çünkü sonuç çok açık : Küçük balık yoksa, büyük balık da yok!
Greenpeace Ekim ayının başında tüm Akdeniz'de balık stoklarının tükenmesine yol açan 'yavru balık' avına ve satışına karşı bir kampanya başlattı. Yavru Balık Projesi’nin amacı çok yüksek miktarlarda yavru balık avlandığını ve satıldığını ortaya koyarak bir an önce önlem alınmasını sağlamak.
Çünkü küçük balık yoksa, büyük balık da yok! Balıklar erişkin boya ulaşmadan avlandığında denizlerimizdeki balık stokları hızlı bir şekilde tükeniyor. Ve bu durum, tüm besin zincirini etkileyen ve deniz ekosistemini neredeyse yokeden ciddi sonuçlara sebep oluyor. Bugün balık hallerinde, pazarlarda ve restoranlarda avlanması yasak olan türlere ve yavru balıklara rastlamak ne yazık ki mümkün. Bu kontrolsüz avcılık çok yakında sofralarımızdan değerli besin kaynağımızı eksiltecek ve bir çok önemli türün yokolmasına sebep olacak. Greenpeace Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın denetim ve kontrol mekanizmalarını ciddi ölçüde arttırmasını talep ediyor.
1) Yavru balık projesi ne demek ve neden 'küçük balık yoksa büyük balık da yok' ?
Yavru balık projesi; Türkiye'deki balıkçılığın denetimsiz, kontrolsüz ve plansız olarak büyümesi sonucu gittikçe artan yasadışı ve aşırı balık avcılığının yol açtığı sonuçlara ve özellikle de tüm balık stoklarının çok hızlı tükenmesine neden olan yavru balık avına ve satışına dikkat çekmek ve durdurmak amacıyla başlatılmış bir projedir. Bu projemizde, Tarım Bakanlığının görevi olan yasadışı avcılığının, denizlerden balık hallerine ve satış noktalarına kadar denetlemesi ve engellemesini talep ediyoruz. Bir yandan da balık pazarları, restoranlar ve tüketicilerin de üzerine düşen duyarlılığı göstermeleri için harekete geçirmeye çalışacağız.
Küçük balık yoksa büyük balık da yok; Her canlı türünün en az bir kez üreme şansı olmalıdır ki türünü devam ettirebilsin. Yetişkin bir balık, türüne göre değişse de, her yumurtlamada binlerce yavru verir, oysa ona bir kez bu şansı vermeden avlarsak soyu tehlikeye girer. İşte bu nedenle, balık stoklarının aşırı ve plansız avlanması sonucu azalması balıkçıların henüz yavru olan balıkları hedeflemelerine neden olmaktadır. Bu da tüm stokların yakın zamanda tükenmesine neden olacaktır, yani yavru balık avlanmaya ve satılmaya devam ederse yakın zamanda erişkin balık da kalmayacak!
2) Türkiye'de pazarlarda ençok satılan/ticari balık türleri (ve deniz ürünleri) hangileridir? Bu türlerin popülasyon durumları nedir?
Türkiye'deki en yaygın ticari türler; lüfer, palamut, hamsi, istavrit, uskumru, kalkan, barbun, tekir, mezgit, levrek, çipura, kefaldir. Bunun yanında daha büyük türler orkinos, kılıçbalığı gibi balıklar da özellikle ihracat ve turizm sektörleri için önemli ticari türlerdir. Ahtapot, kalamar gibi deniz ürünleri de yine özellikle kıyısal turizm alanlarında önemli ölçüde tüketilmektedir.
Türkiye'de hala deniz ürünleri ile ilgili bir stok değerlendirmesi yapılmadığından miktarlarını tam olarak bilemiyoruz. Ancak bu yıl yayımlanan bir bilimsel çalışmada bugün ticari türlerin pekçoğunun risk altında olduğu görülmektedir (söz konusu çalışma -ingilizce- Greenpeace internet sayfasından elde edilebilir). Ayrıca son yıllarda av sezonlarında görünen dengesizlik de bunun açık bir göstergesidir.
3) Bununla ilgili yasaları ve düzenlemeleri kim hazırlıyor ve yönetiyor?
Bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de balıkçılık ile ilgili yasa ve düzenlemelerden, ve bunların uygulanmasından TC. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı sorumludur. Dolayısıyla, yasadışı balıkçılığın bu kadar endişe verici boyutlara gelmesi, denetimsiz kalması ve uzun vadede balıkçılığın ve denizel kaynakların zarar görmesi de Bakanlığın sorumluluğudur.
Ne yazık ki Türkiye'de su ürünleri kanununa bağlı olarak iki yılda bir hazırlanan su ürünleri sirküleri, pekçok konuda kısıtlamalar, yasaklamalar getirse de bunların uygulanmaması pekçok balık türünün artık aşırı avlanmış olmasına ve tükenmeye başlamasına neden olmuştur. Durumun bu kadar vahim hale gelmesi ise Bakanlığın denetleme ve yaptırımlarını uygulamaktaki yetersizliğinin ve bir balıkçılık politikasının olmamasının sonucudur.
Avrupa Çevre Ajansı'na göre balık türlerinin çoğu güvenli biyolojik sınırları aşacak şekilde avlanmış durumda. Bu nedenle Greenpeace, bu durumun yalnızca Tarım Bakanlığı'nın değil, artık Çevre Bakanlığı’nın da sorunu olduğunu ve ciddi bir çevre sorunu olarak ele alınması gerektiğini düşünmektedir.
4) Yavru balık avlanması ve satılması yasadışı mıdır? Bu konuda diğer ülkelerdeki durum nedir?
Evet, sirkülerde belirtilen minimum balık boylarının altındaki balıkların avlanması ve satılması yasaktır. Yalnızca ağırlıkça hamsi ve istavritte %15, diğer suürünlerinde %5 oranında küçük boylara izin verilmektedir ki bu oranlar şu anda fazlasıyla aşılmaktadır.
Tüm ülkelerin bu konuda belli kısıtlamaları var. AB, bu konuda geçen yıl tarihindeki en yüksek cezayı Fransa hükümetine vererek 58 milyon Euro ödemek zorunda bıraktı. Ancak Türkiye'deki yaptırımlar yeterli derecede uygulanmadığından caydırıcı olamamaktadır.
5) Bu yasaların yaptırımının önemi nedir?
Mİnimum boyların yasalarla tespit edilmesinin amacı, henüz üreme çağına gelmemiş olan juvenil, yani yavru balıkların korunmasıdır. Balık yaşam döngüsü içinde erken avlanırsa, elde edilen verim de büyümesine izin verildiği takdirde elde edilecekten çok daha az olacaktır. Dolayısıyla yavru balık avlanması denizel kaynaklarımızın ziyanıdır. Ancak her geçen gün aşırı avlanma nedeniyle denizlerimizdeki yetişkin balık miktarı azaldığından, gitgide daha çok yavru balık hedeflenmeye başlamış, bunun sonucu olarak da balık stoklarında gittikçe artan bir baskı oluşmuştur.
Söz konusu yasa ve yaptırımlar yavru balık avını maksimum kısıtlayarak zaman içinde çok daha fazla verim alınmasına ve hem deniz kaynaklarının iyileşmesine hem de sürdürülebilir balıkçılığa adım atılmasına yarayacaktır.
6) Bu yasalara uyulmaması ne gibi sonuçlara yol açar?
Dünyada aşırı avlanma denizlere yönelik en büyük çevresel tehdit olarak görülmektedir. Stokların çoğu günümüzde aşırı avlanma kurbanıdır, ve bazı türler -Kanada morinası gibi- hızlı bir şekilde yokolmuştur. Yakın zamana kadar böyle bir çöküş mümkün görünmüyordu, oysa artık yeni araştırmalar dünyada pekçok balık türünde özellikle de büyük yırtıcı türlerde, endüstriyel balıkçılık başlamadan önceki bolluk düşünüldüğünde büyük ve ani bir düşüş olduğunu, göstermektedir.
Akdeniz de bu durumdan payını almakta. Yapılan avların hem çeşit hem de boy olarak kalitesi genel anlamda düşmüş durumda.
Tüm bu veriler, ilgili yaptırım ve yasaların acilen ciddi olarak uygulanmasının ve daha da genişletilerek önlemler alınmasının gerekliliğini kanıtlıyor. Aksi takdirde deniz kaynaklarının tükenmesi ile hem en değerli besin kaynaklarımızdan birini kaybedeceğiz hem de yaşamı buna bağlı olan insanların (öncelikle balıkçıların) geleceğini yokedeceğiz.
7) Deniz Rezervleri (veya deniz koruma alanları) bu durumu ve gidişatı nasıl değiştirebilir?
Gittikçe artan sayıda bilimsel veri kanıtlamaktadır ki, deniz canlıları ve habitatlarının acilen korunması için geniş ölçekli deniz rezervleri ağlarının oluşturulması küresel balıkçılıktaki düşüşü tersine çevirmek için anahtar olabilir.
Deniz rezervleri yetişkin ve yavru balıkların rezerv alanı sınırlarından taşması ve yumurta ve larvaların taşınması ile balıkçılık için fayda sağlayabilir. Rezerv alanları içinde popülasyonlar boyutsal olarak artar, bireyler daha uzun yaşayabilir ve böylece daha fazla büyüme şansı bularak üreme potensiyelini de arttırırlar. Deniz rezervleri, köpekbalıkları, orkinoslar, kılıçbalıkları gibi göçmen balıklar için bile fayda sağlamaktadır. Eğer deniz rezervleri onlar için değerli alanlarda yani yumurtlama, büyüme alanları veya deniz dağları gibi toplanma alanlarında oluşturulursa tehdit edici etkilerden korunmaları kolaylaşır. Geniş ölçekli deniz rezervleri, balıkçılık, maden arama ve atık boşaltımı gibi tüm tahrip edici faaliyetlere kapalı alanlardır. Bu alanlar içinde hiçbir insan faaliyetine izin verilmeyen, örneğin sadece bilimsel referans alanları olarak kullanılan veya özellikle hassas habitat ve canlıların bulunduğu 'çekirdek bölgeler' oluşturulabilir. Bunun yanında kıyı şeridi alanlarında, küçük ölçekli tahrip edici olmayan balıkçılık faaliyetlerine, ekolojik sınırlara uymak ve sürdürülebilir olmak kaydıyla açık olan ve yerel halkın tam katılımı ve kararı ile oluşturulmuş alanlar da tespit edilebilir.Deniz rezervleri, kurulma nedenlerinin başında balık stoklarının korunması olsa bile, sadece aşırı avlanma ile ilgili değildir. Rezerv alanları, deniz yaşamının kirlilik dahil pekçok etkiden korunması için en etkili yollardan biri olarak görülmektedir.
8) Bu yasaların etkili olması için neler yapılabilir?
Greenpeace'in balık halleri ve pazarlarında yaptığı araştırma ve balıkçılarla yaptığı görüşmeler sonucu, yüksek miktarda yavru balık avlandığı ve rahatlıkla satılabildiği gözlendi. Bunun en önemli nedeni varolan sınırlamaların rahatlıkla gözardı edilmesi yani neredeyse hiç kontrol ve denetimin yapılmamasıdır. Örnek vermek gerekirse, Marmara denizinde trol avcılığı yasak olmasına rağmen hala yapılmakta, veya av sezonu kapandığında bile pekçok bölgede endüstriyel avcılığın devam ettiği rahatlıkla gözlenebilmektedir. Avcılığın yasak olduğu özel koruma alanlarında bile avlanma yapılabilmektedir.
Öncelikli olarak acilen yasadışı avcılığın durdurulması için etkin bir kontrol mekanizmasının hayata geçirilmesi, ayrıca deniz yaşamının korunmasını da içeren sürdürülebilir balıkçılık politikası oluşturulması şarttır.
Greenpeace'in yavru balık projesi ile dikkat çekmek istediği nokta budur. Ayrıca bu konuda balıkçıdan tüketiciye herkesin duyarlı ve aktif olması da son derece önemlidir.
9) Tüketicinin ve balık satanların bireysel olarak yapılacekleri nedir?
Balık satıcılarının ve restoranların yapabilecekleri çok açıktır; yavru balık almamak ve satmamak, hatta bu konuda örnek oluşturarak tüketiciyi de bilinçlendirmek. Tüketici ise bu konuda çok önemli bir rol üstleniyor. Tüketiciler yavru balık satın almayarak balık stoklarını ve dolayısıyla deniz kaynaklarını korumak adına ciddi bir baskı oluşturabilirler.
Özellikle tüketicileri bilinçlendirmek ve harekete geçirmek için hazırladığımız sembolik balık boyu ölçüm cetveli ile yasal boyları kontrol edebilir ve bu konudaki duruşunuzu gösterebilirsiniz (www.greenpeace.org.tr). Yalnızca satın almamak değil, aynı zamanda nedenini de belirterek yavru balığa talep olmadığını göstermeniz de çok önemlidir.
10) Bu projenin sonraki aşamaları nelerdir?
Balık pazarlarında yaptığımız incelemelere devam edeceğiz. Ayrıca balık satılan yerlerde tüketiciye ve balıkçıya balık ölçüm cetvelini dağıtarak mümkün olduğunca bu konudaki bilinci arttırmaya devam edeceğiz. Zamanla bu çalışmaya kendi sektörlerinin geleceği için balık stoklarını korumak adına, balıkçı kooperatiflerinin, balık hallerinin, pazarlarının ve restoranların da öncülük etmelerini umuyoruz. Bu amaçla onlarla görüşerek projeyi genişletmeyi hedefliyoruz. Bu girişimlerin yetkilileri de yasadışı avlanmaya karşı daha ciddi önlemler almaya ve denizlerimizin ve balıkçılığımızın geleceği için bir strateji oluşturmalarına yardımcı olmasını bekliyoruz. Bunun ilk adımı da bir sonraki (2008-2010) olan su ürünleri sirkülerinde bilimsel gerçeklere dayanan ve yaptırımların uygulanacağı kontrol mekanizmalarını da içerecek şekilde hazırlanmasıdır.
Cetveliniz burada. Balikciniza cetvel ile gidin yavru baliklari kurtarin
Etiketler: duyuru
Güneşe rağmen çok soğuk bir havada Hrant Dink’i anmaya gittik. Hrant için ve adalet için. 1 yıl ne çabuk geçmiş. Evden çıkmadan önce gazeteleri okudum. Hrant’in arkadaşları köse yazarları gecen yıl bugün o acı haberi nasıl aldıklarını anlatmışlar. Ben de çok net hatırlıyorum. Arkadaşım aradığında bir alışveriş merkezindeydim. Dışarı çıkıp bir mağazanın onlarca televizyonu sergilediği vitrininde Hrant’i yerde yatarken gördüm. Benimle beraber birçok insan öylece izliyordu. Simdi düşününce 11 Eylül saldırılarını da yine ayni şekilde dışarıda bir dükkânın televizyonundan izlediğim aklıma geldi. Böyle giderse cinayetleri anında izleyeceğiz, çok kalmadı. Neyse. Bugünkü anmada binlerce polis vardı. Sadece bir tanesi gecen yıl orada olsaydı bir insanin yaşamı kurtulacaktı. Gecen yıl boyunca çok şey söylendi bu cinayet üzerine ama üzerindeki perde – sır perdesi demiyorum – hala kalkmadı. Bir tek tuğlayı çekmek ne kadar zormuş meğer. Önümüzde emniyetin bir otobüsü vardı. Mobil Yönetim Merkezi logolu büyükçe bir otobüs tam Agos’un karşısındaydı. Eve gelince haberlerden izledim meğer etkinliği onlarca kamera ile kare izliyorlarmış bu sistem sayesinde. Çok beğendim. 366 gün önce on değil sadece bir kamera olsaydı ya. Rakel sözleriyle acılarını, taleplerini en iyi bicimde ifade etti. Birazını kayda alabildim. Konuşması esnasında yanında duran avukat cübbesi giymiş gibi duran bir kadın vardı. Rakel’in titreyen elinden tutuyordu. Arundhati Roy’mus. Rakel’den önce Oral Çalışlar bir konuşma yaptı. "Suskun toplumun konuşan çocuğu Hrant olmadan biz çok yalnız ve eksiğiz" dediğini Bianet’ten okudum. Yarim saat içerisinde anma bitti ve insanlar dağılmaya başladılar. 11 Şubat’ta davayı izlemek için tekrar buluşulacağı anonsu yapıldı. Hemen ayrılmak istemedim Sanki biz gidince, biz orada olmayınca yeni tezgâhlar planlanacak, bebeklerden katiller yaratılacak, insanlık bir kez daha vurulacaktı.

Etiketler: duyuru
Etiketler: deneme
Webgezegeni 70+ Türkiye'nin en iyi blog siteleri baslikli bir yazi yazmis. Listede Alterblogalisation'un da bulunmasi gurur verici. Yazi ve bloglar asagida.Etiketler: web
GDO’lu tohum satışı Fransa’da sivil toplum örgütlerinin kararlı mücadelesi sonucunda 9 Şubat 2008’e kadar durduruldu. Bu süre içinde Fransa Hükümeti GDO’ların çevre ve sağlık etkilerini yeniden değerlendirecek ve yeni yasa çıkarılacak. Bu bağlamda Fransız köylü lideri Jose Bove ve 15 arkadaşı, Fransa Hükümeti’nin GDO’ları tamamıyla yasaklaması için açlık grevine başladılar. Bu mücadeleye destek vermek amacıyla Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu Sözcüsü Abdullah AYSU ve Bilge Seçkin GDO’ya Hayır Platformu’nu temsilen Jose Bove ve 15 arkadaşını ziyaret etmek ve görüş alışverişinde bulunmak üzere Fransa’ya gidiyorlar.GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar-ekinler-gıdalar) Türkiye’ye yıllardır hiçbir kontrole tabi olmadan girmeye devam ediyor. Tarım Bakanları’na konuyla ilgili olarak yöneltilen yazılı soru önergelerine verilen cevaplar ise çok ilginç: “Mevzuat olmadığından dışarıdan gelen ürünleri analiz etmeye gerek görmüyoruz”.Cevaplar ilginç olmasının yanında bir o kadar da düşündürücüdür! Zira, Tarım Bakanlığı’nın GDO analizi yapabilecek 2 laboratuvarı var. Bu sayı, GDO’lar konusunda son derece titiz davranan AB ile ilişkiler açısından son derece önemli, analiz yapmasa da laboratuarımız var. Ancak, diğer tarafta da GDO ekim alanı ve üretimi açısından dünya lideri ABD var. Türkiye, dünyada en yaygın yetiştirilen GDO’lu ürünlerin büyük çoğunluğunu ne yazık ki bu ülkeden almaktadır.Türkiye hemen her yıl olduğu gibi, 2007 yılında da yurtdışından mısır ithal etmek zorunda kalmıştır. 235 bin tonluk alımın 110 bin tonu, GDO tarımında dünyada ABD’den sonra ikinci sırada gelen Arjantin’den yapılmıştır. Platformumuz bünyesindeki bir sivil toplum örgütü, Arjantin’den gelen mısırlardan aldığı numuneleri analiz ettirmiş, sonuçta bu mısırların GDO’lu oldukları ortaya çıkmıştır. Aslında Türkiye’nin her bölgesi mısır tarımına uygundur. Ancak, politikasızlık sonucu mısır dışarıdan alınmakta, kendi çiftçimizden esirgenen destekler uluslararası tekellere ve onların GDO’lu ürünlerine verilmekte.Sağlık, çevre ve sosyoekonomik açıdan olumsuzlukları artık net bir şekilde ortaya çıkmış GDO’ların ülkemize sokulmasında, hiç de öyle siyasilerimizin dediği gibi bir serbestlik yoktur. Türkiye Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne taraf bir ülkedir ve uluslararası sözleşmeler Anayasamıza göre kanun hükmündedir. Protokole göre Türkiye GDO’lara yönelik olarak mevzuatını oluşturmalı ve Ulusal Biyogüvenlik Yasasını, GDO’ları yasaklayan bir kapsamla derhal çıkarmalıdır.Siyasetçilerimizin tüm dünya çapında verilen GDO karşıtı mücadeleyi ve bağımsız bilim insanları tarafından yapılan bilimsel çalışmaları dikkatle takip etmesini talep ediyor, mücadelemizi GDO’lar ülkemizde ve dünyada tamamıyla ortadan kalkana kadar sürdüreceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.Etiketler: basin aciklamasi
Tarımsal yakıt… Fosil yakıtların 200 yıllık tüketiminin sonuçlarını bir dizi felaketler silsilesi olarak yaşayan ve en kötülerini henüz yaşamamış olan günümüz dünyasında kulağa çok hoş geldiği kesin. Hatta öyle hoş geliyor ki ABD Başkanı George BUSH, Şubat 2006’da yaptığı açıklamada sevincini gazetecilere şöyle dinlendiriyordu: "Çiftliklerimizde ot yetiştirerek enerji sektörüne atılabileceğiz! Otu biçip, enerjiye dönüştüreceğimiz günler yaklaşıyor!".(1). İşte tam bu noktada hafızasına birazcık neşter atanlar; dünya savaşları sonrası açlığı sonuna kadar yaşamışların dünyasında, yani 1960’larda da “yeşil devrim”in aynı derecede kulağa hoş geldiğini anımsayabiliyor.
EKOLOJİ İSTANBUL 2008 Organik Ürünler ve Çevre Fuarı 17-20 Ocak 2008 tarihlerinde Dünya Ticaret Merkezi/Yeşilköy/İSTANBUL'da 7. kez düzenleniyor.Etiketler: etkinlik
“Gam” çekerken dördüncü nota “FA” ve beşincisi de “ SOL” dür.Etiketler: duyuru